Kerbela Bir Destandır. (Muaviye,
Yezid ve Kerbela)
Ali Yaman
Konunun zaman, mekan ve kısa
dönemli etkileri gözönüne alındığında Araplara özgü bir sorun
olarak görünmekle birlikte, Şii-Sünni ayrılığı ve bunun uzun dönemli
etkileri nedeniyle İslamı benimsemiş bütün toplulukları ilgilendiren
bir sorun olduğu söylenebilir. İslam tarihinin en ilginç bu dönemi
şüphesiz, Dört Halife sonrasında Emevilerin iktidarı elde ediş ara
dönemidir. Bu ara dönemin genelde yüzeysel olarak bilindiği ve
değerlendirildiği kanısındayız. Bu çalışmada öncelikle bu dönemin
baş aktörlerinden Muaviye ve oğlu Yezid dönemleri ele alınmak
suretiyle, hafızalarda kötü iz bırakmış bu iki simanın icraatleri de
sergilenecektir. Bu çalışma kaynakçada belirttiğimiz çalışmalardan
yapılmış alıntılara dayanmaktadır. Verilen bilgiler halkın
anlayacağı dilde verilmeye özen gösterilmiştir.
Zihnimi kurcalayan şu sorulardır
ki bu konuları ele alma isteğimin kökenini oluştururlar: Muaviye ve
oğlu Yezid neler yapmışlardır da böyle kötü ün salmışlar ve hatta
lanetle anılır olmuşlardır? Niçin , İslamı benimsemiş diğer
toplumlarda birçok kullanılan Arap kökenli ad varken Muaviye ve
Yezid adları kullanılmamaktadır, hatta bu şahısları övenler ve
yakınlarında dahi Muaviye ve Yezid adları yoktur? Umarız kendi
zihnimizdeki sorulara yanıt
ararken, okuyucuya da yararlı
bilgiler sunarız. Verdiğimiz bilgileri daha çok uzmanlarından alıntı
yaparak gerçekleştireceğiz.
MUAVİYE KİMDİR?
Tam adı Muaviye bin Ebi
Süfyandır. 602 yılında Mekkede doğan Muaviye önceleri Hz.
Muhammedin karşısında yer alan Abdüş-Şems kabilesindendi. Hz.
Muhammedin Mekkeyi ele geçirmesinden sonra müslüman oldu.
İkinci Halife Ömer döneminde
kardeşi Yezid bin Ebu Süfyanın ölmesi sonrası Şam Valisi olarak
sadece Şam ordugah ve vilayetini idareyle memur edilen Muaviyenin
gücü, Ömerin ölümü sonrasında iyice arttı. Çünkü Muaviyenin
akrabası olan Osman Üçüncü halife olmuştu. Osmanın halifeliğiyle
Muaviye Şamın yanısıra Suriyenin diğer vilayetlerini de idaresi
altına aldı. Böylece Muaviye , bütün Suriye ve çevresinin valisi
olup, servet ve iktidarını günden güne arttırmaktaydı. Muaviye,
Üçüncü halife Osman öldürüldüğünde hem siyasi, hem de ekonomik
açıdan oldukça güçlü bir konuma gelmiş bulunuyordu. Bu gücü nedeni
iledir ki, müslümanların ittifak ile halifeliğe getirdiği Hz.
Alinin meşru halifeliğini tanımamış, Osmanın kanını talep
iddiasını öne sürerek Hz. Ali ile savaşa girmiştir. Yine Muaviye,
Osmanın intikamcısı rolüne sarılmakla kalmıyor; halife Osmanın
katillerini teslime rıza gösterdiği taktirde Hz. Aliye biat etmeğe
razı olduğunu ilan ediyordu ki, bu apaçık siyasi bir manevraydı.
Muaviye bu manevradan Sıffin Savaşı öncesindeki müzakerelerde
oldukça yararlanmıştı. Şöyleki Osmanın katledilmesiyle Hz. Alinin
herhangi bir ilgisi yoktu ve Osmanın katillerinin bulunamayacağı
ortadaydı. Çünkü Osmanın bulunduğu yeri sararak onu katleden kitle
yüzlerle ifade ediliyordu Esasen Osmanın katledilmesinde bilinen
birçok neden rol oynamıştır. Öyleki, Hz. Peygamberin eşlerinden Ayşe
bile Halife Osmanın aleyhinde bulunmaktaydı. Osmanın akrabalarına
olan Emevi Ailesi mensuplarına sağladığı mevkiler ve parasal
ayrıcalıklar da yoğun tepkilere yol açmıştı. Bu şekilde halife Osman
muhtelif çevrelerde muhalifler yaratmış idi.
Emevi sülalesi İslamın doğuşu
ile kaybettikleri nüfuz ve iktidarı yeniden ele geçirebilmek için
akıl almaz yollara başvurmuşlardır. Özellikle Muaviyenin ve
Yezidin davranışlarını, bazı Sünni yazarların ileri sürdükleri
gibi, içtihad farkıyla açıklamaya kesinlikle imkan yoktur. Muaviye
kısas adıyla din kisvesine büründürdüğü siyasi ihtirasını ne
pahasına olursa olsun tatmin için uğraşmış, bu amaçla başvurulmadık
yol bırakılmamıştır. Şüphesiz Muaviyenin bu cüretkâr hareketlerde
bulunurken en büyük dayanağı 20 yıllık Suriye Valiliği sırasında
sağladığı kazanımlardı. Muaviyenin başlıca eseri, siyasetine körü
körüne itaat eden birliklerden oluşan Suriye Ordusu oldu. Muaviye,
ordunun rahatına ve donanımına çok dikkat ediyor, ücretlerini
fazlasıyla ve o zamana kadar alışılmamış bir düzen ile ödemeye
çalışıyordu. Muaviye kendi amaçlarının önünde engel olarak gördüğü,
her kim olursa olsun, ortadan kaldırmakta tereddüt etmemekteydi.
Muaviyenin bu siyaseti icraatlerinde açıkça görülmektedir.
Muaviye, tüm bu sözü edilen
önlemler dışında servetini de siyasal başarısı için seferber etmiş
durumdaydı. Karşıtlarından kiminin öldürülmesi yolu benimsenirken,
kiminin de para ile satın alınması yoluna gidilebiliyordu. Tahsis
ettiği maaşların ve cömertce ihsanların altın zinciri ile en inatçı
aleyhtarlarının dizginlerini elinde tutmayı başarmış idi. Emevi
halifeleri, Muaviye de dahil, kendi siyasetlerine düşman olanların
aynı zamanda islama da karşı olduklarına kanaat getirmişlerdi.
Çeşitli İslam Tarihi uzmanlarınca
dile getirilen ve Muaviyenin suçlanmasına yol açan davranışlarını
şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Muaviye, Şam dışındaki bütün
İslam eyaletlerinin meşru halifesi olan Hz. Aliye savaş açmış ve
esasta iktidarı elde etme amacını Osmanın kanını talep iddiasıyla
hasıraltı etmeyi amaçlamış, dolayısıyla o zamana kadarki İslami
teamüllere karşı çıkarak hilafeti gaspetmiştir.
2. Muaviye, siyasi amaçları
uğruna, vali ve hakimlere ferman göndermek suretiyle Hz. Aliye, Ebu
Turap lakabıyla birlikte küfür ettirir, lanet okutturur, sövdürürdü.
Ebu Turap, toprağın babası anlamında olup, Hz. Muhammed tarafından
Hz. Aliye verilmiş bir ad idi ve Hz. Ali de bu lakabı çok severdi.
Muaviye ile başlayan bu adet diğer Emevi hükümdarları zamanında da
sürdü. Mescidi Nebevide, Peygamberin manevi huzurunda, onun
minberinde en çok sevdiği zata karşı yakışık almayan küfürleri
savurmak adet bile oldu. Hatta Muaviye, Medinede Hz. Peygamberin
mescidinde de ashabın itirazlarına, Hz. Peygamberin eşlerinden Ümmü
Selemenin bizzat mescide gelip Resulullahın Aliye söven bana,
bana söven Allaha sövmüş olur. hadisiyle kendisine ihtarda
bulunmasına rağmen bundan vazgeçmemişti.
3. Muaviye, diyet uygulamasında
sünnete aykırı davrandığı gibi, ganimet mallarının dağıtılmasında da
Allahın Kitabı ve Resulünün sünnetinin açık hükümlerine aykırı
davranmıştır. Emevi soyunun idarecileri, Ömer b. Abdülaziz istisna
edilecek olursa, Kuran ve Sünneti dünyevi hırs ve menfaatler
uğruna feda edebilmiş ve tarihte İslam değil Arap devleti adıyla
şöhret kazanmışlardır.
4. Muaviye, valilerini o zamanki
yasalardan üstün sayıyordu. Valilerinden Ziyad b. Ebih ve Büsr İbni
Ertatın yaptıkları katliamlar ve zulümler tarihçilerce oldukça yer
verilen konulardandır. Muaviye ise bu zulümlere sessiz kalıyordu.
Muaviyenin Basra valiliğine getirdiği Ziyad b. Ebih, Irakta haksız
yere binlerce insanı öldürttü. Muaviyenin komutanlarından Büsr İbni
Ertat, Mekke, Medine ve Yemende zalimce icraatleriyle ortalığa
dehşet saçtı.
5. Muaviye, amaçlarına engel
olarak gördüğü kişilerden kurtulmak için hiçbir hareketten
çekinmezdi ve kanlı emelleri uğruna pek çok değerli şahsın ölmesi
onun idaresi dönemine rastlar. Mesela Ammar b. Yasir, Eşter b.
Malik, Muhammed İbn-i Ebu Bekir ve Hucr b. Adî bunlardandır. Bu
şahıslarının tümünün de ortak yanı, Hz. Alinin tarafında yer almış
oluşlarıydı.
6. Muaviye, Hz. Hasanla yaptığı
anlaşmayı hiçe sayarak, ölmeden önce oğlu Yezide biat edilmesini
istedi. Böyle bir durum, o zamana kadar Arapların ve Müslümanların
anlayışına uymadığı gibi, Yezid de serbest hareketlerinden dolayı
fasık sayılıyordu ve böyle bir kimsenin halifeliğe adaylığını kabul
etmek mümkün değildi. Böylece, Muaviye, Yezid El-Humur diye
adlandırılmış, kaynaklarda içki içen ilk halife olarak geçen oğlu
Yezidi, kendisine halef tayin etmiş oluyorduki bu durum hilafetin
saltanata dönüştüğünün açık bir göstergesiydi.
Sonuç olarak Muaviye o zamana
kadar ki İslami teamüllere aykırı birçok kötü hareketi
meşrulaştırmış, kendinden sonrakilere kötü örnek olmuştur. G. Levi
Della Vidanın da dile getirdiği gibi, Muaviyenin halifeliği,
İslamın devlet teşkilatı tarihinde yepyeni bir dönem açıyordu.
Artık halife, sünnetin vücut bulunduğu anlarda buna bizzat şahit
olup da sünneti uygulayan veya devam ettiren kimse olmaktan çıkıyor,
Arap aleminin belli başlı siması, askeri kuvveti, aile ilişki ve
etkileri, kendi şahsi itibarı sayesinde, kabile reisleri arasında en
başta geleni oluyordu. Artık halife, resmi ünvanı bakımından olmasa
bile, fiilen bir melik, daha doğrusu Yunanlıların tiran dediği
türden bir hükümdardı.
Aslında Muaviye, iktidarı elde
edebilmek için her yola başvurabileceğini açıkça ifade ediyordu.
Şeyh Ekber Muaviyenin bu durumunu yansıtan şu sözlerine yer
veriyor: Yükselmek ve büyük mevkilere erişmek için gayret ve
çabanızı arttırınız ki muradınıza vasıl olasınız. Nitekim ben ehil
olmadığım halde, himmet ve gayret göstererek muradıma vasıl oldum ve
istediğimi elde ettim. Muaviye bu sözleriyle kendisinden önceki
dört halifeden oldukça farklı bir anlayışa sahip olduğunu
sergilemekteydi. İktidarının meşruluğunu zorla ve savaşla elde eden
Muaviye daha önce de dile getirdiğimiz gibi, fiilen bir melik, daha
doğrusu Yunanlıların tiran dediği türden bir hükümdardı. İktidarı
elde ediş ve iktidarda kalış sürecinde meydana gelen olaylar,
Muaviyenin ve sonraki Emevi hükümdarlarının islam halifeliğinin
gerektirdiği niteliklere sahip olmadıklarını ortaya koymaktadır.
Kısmen Halife Osman döneminde başlayan Emevi valilerin debdebeli
yaşam biçimleri, Muaviyenin iktidarı eldesiyle iyice
belirginleşmişti. Saray adabı ve merasimlere aşırı derecede önem
verilmeye başlandı. Muaviye, İslam öncesi dönemdeki Arapların
teklifsiz ve serbest hal ve tavırlarını, hemen tamamıyla muhafaza
etmişti. Yine T. W. Arnoldun dile getirdiği gibi, Emeviler
devrinde, hükümdarların çoğu imamlık görevine devam etmekle
birlikte, hilafet görevlerinin dinsel yönlerine de fazla ilgi
gösterilmemişt; Zira Ömer b. Abdülaziz müstesna olmak üzere, bu
hükümdarlar dinsel düşünce ve sorunlara pek önem vermemiş
görünmektedir. İşte sözü edilen tüm bu nedenlerden dolayı,
Süheylinin de ifade ettiği gibi Muaviye halife değil emirdir.
Muaviyenin kötülüklerini daha
önce belirtmiş idik. Yezide geçmeden evvel ünlü Oryantalist H.
Lammensin kaleminden bunların bazılarını yineliyoruz: Muaviyenin
dört suçu vardır ki, bunlardan birisi bile onu lekelemeye yeterdi:
Milleti kıymetsiz insanların elinde bırakmış idi (Yezide biat
ettirmek suretiyle); Kendisine sormadan, milletin mukadderatını,
idare hakkını, hem de birçok peygamber sahabesinin ve faziletli
insanların yaşadığı dönemde ve bunların zararına olarak gaspetmiş
idi; İpeklilere bürünmüş ve çalgı çalmaktan hoşlanan islah kabul
etmez bir sarhoşu kendisine halef tayin etmiş, Ziyadı kardeş
edinmiş ve nihayet Hucr b. Adîyi ölüme mahkum etmiş idi. Lammens,
tarafsız bir tarihçinin Muaviyeyi bu ithamlar karşısında temize
çıkarmasının oldukça zor olduğunu da ekliyor. Ayrıca Emevi
İdaresinin, Hz. Aliden rivayet edilen pek çok şeyin gizli
kalmasında büyük etkisi olduğu da muhtemeldir. Çünkü cami
minberlerinden Hz. Aliye lanet ettirenlerin, Hz. Alinin ilminden
bahsedip onun fetva ve sözlerini ve bilhassa hükümet teşkilatıyla
ilgili görüşlerini nakletmek hususunda ilim adamlarına serbesti
tanımaları da makul değildir.
Muaviyenin iktidara geliş ve
iktidarda kalış biçimine ilişkin icraatlerine değindikten sonra
Yezid konusuna geçebiliriz. Yezid hilafetin haksız varisi, Hz.
Hüseyinin öldürülmesinin ve mukaddes şehirlere saldırılmasının
suçlusu olarak müslümanların hafızasında çok kötü bir isim
bırakmıştır. N. Kemalin Büyük İslam Tarihi adlı eserinde verdiği
bilgilere göre: Muaviye her yönden dört halife devrinin sadelik,
dürüstlük, eşitlik, adalet, kanaat kapılarını kapamış, Suriyeye
sinen Bizans ve İran saray politikası ile ihtişamının esiri olmuştu.
YEZİD KİMDİR?
Esasında Halife eşitler arasında
birinci olmak ve ileri gelen kişilerden oluşan şuranın öğütlerine
göre hareket etmek üzere kendisine eşit düzeydeki kişilerce
seçiliyordu. Ne varki, Muaviye henüz sağken, çevresindekilere
kendisinden sonra oğlu Yezide biat etmelerini sağladı. Böylece
seçim(biat) geleneğini br yana itti ve o zamana değin Araplara
yabancı bir kavram olan babadan oğula geçen bir saltanat
uygulamasını başlattı. Bu şekilde, Halifenin seçimi ve liyakati
gibi unsurlar geri plana itilmiş oluyor ve bu müessese bir tür
saltanat kurumu haline dönüştürülüyordu ki, bu durumun sakıncaları
Emevi soyu idarecileri ele alındığında açıkça görülmektedir.
Bilindiği üzere Hz. Ali 24 Ocak
661de öldü ve daha önce Hz. Alinin halifeliğini tanımış -Şam ve
Mısır dışında- bütün eyaletler Hz. Hasana biat ettiler. Muaviye
bunu haber alınca 60 bin kişilik bir ordu ile Iraka yürüdü. Hz.
Hasan da 40 bin kişilik bir ordu ile yola çıktı. Ancak Hz. Hasan
karşı tarafın askeri gücünden ve yandaşları arasındaki ayrılıklardan
çekinerek, savaşı göze alamadı ve yapılan bir anlaşma sonucunda
halifelikten çekildi. Anlaşmaya göre,
Hz. Ali yandaşlarına eziyet
edilmemesi,
Camilerde Hz. Alinin
kötülenmemesi,
Halifeliğin Muaviyeden sonra Hz.
Hasana devri,
Hz. Ali soyundan gelenlere maddi
katkıda bulunulması,
gibi konular hükme bağlanıyordu.
Ancak sonraları askeri ve siyasi gücünü iyice sağlamlaştıran Muaviye
Hasanla olan ahdim ayağımın altındadır. demek suretiyle,
anlaşma hükümlerini bir bir çiğnemiştir. Muaviyenin Yezidi yerine
getirmesi, bazı sözde tarih erbabını gerçekten zor durumda bırakmış,
bu durumu açıklarken çok dolambaçlı yollar benimsemeye itmiştir. Hiç
şüpheniz olmasın bu yalancılar, eğer Muaviye Yezidi atamamış
olsaydı şöyle diyeceklerdi: Eğer Muaviye yaşasaydı, Yezidi halef
tayin etmezdi. Yezid o ölünce zorla iktidara geldi.
Sünni tarihçilerden
es-Suyutînin(Öl. 1505) de belirttiği gibi Hilafetin, Muaviyenin
ölümü halinde, Hasana iade edilmesi maddesi, el-İmame ves
Siyasede de bulunmaktadır. Ayrıca İbni Haceril-Heytemi, bu maddeyi
Muaviye kendisinden sonra kimseyi yerine tayin etmeyecek; aksine bu
iş (hilafet), ondan sonra müslümanların şurası ile tespit
olunacaktır. şeklinde nakleder. Ancak sonuçta Muaviye daha
sağlığında oğlu Yezidi yerine geçirmiş ve Hz. Hasanla yaptığı
anlaşmanın bir kandırmacadan ibaret olduğu apaçık ortaya çıkmıştır.
Bunun üzerine doğaldır ki,önce Hz. Hasanın ortadan kaldırılması
gerekiyordu ve Muaviyede öyle yaptı.
Muaviye, Mervan b. Hakemi
Medineye bu iş için yolladı. Mervan çeşitli hilelerle Hz. Hasanın
eşi Cade binti Eşasın, Hz. Hasanı zehirlemesini sağladı ve
böylece Muaviye oldukça rahatladı.
Böylece Muaviye, oğlu Yezidi
kendinden sonra Emevi hükümdarı yapma şeklindeki düşüncesini
yürürlüğe koydu. Böyle bir durum, o zamana kadar Arapların ve
müslümanların anlayışlarına uygun olmadığı gibi, Yezid de serbest
hareketlerinden dolayı fasık sayılıyordu ve böyle bir kimsenin
halifeliğe adaylığını kabul etmek mümkün değildi. Yezidin
veliahtlığı bir hayli tepki görmesine karşın, Muaviye çeşitli
girişimlerle Yezide biat sağlıyordu. Hatta Muaviyenin kendisi bu
amaçla kalkıp Mekkaye ve Medineye geldi ve buraların halklarına,
Yezidin veliahtlığını öteki bütün eyalet ve şehirler de kabul etmiş
gibi göstererek ve tehdit ederek onların da biatını sağladı. Sadece
Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer biat etmediler.
Muaviye 18 Nisan 680de Şamda
ölünce Yezid daha önce kendisine veliaht olarak biat edildiğinden
babasının yerine saltanat tahtına geçti. Onun için önemli bir sorun
olarak Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömerin biatleri meselesi
vardı.Yezid, Medine Valisi olan amcası oğlu Velide bu üç kişinin
biatlerinin bir an önce sağlanmasını isteyen bir mektup yazdı.
Mektubunda özellikle Hz. Hüseyinin biatının sağlanmasını istiyor, biate
yanaşmazsa başını kestir bana gönder diyordu.
Bütün Hicaz, zor karşısında
sinmişti ama bu makamın (halifeliğin) ilim, ahlak ve fazilet
bakımından gerçek sahibinin Hz. Hüseyin olduğunu çok iyi biliyordu.
Birçokları da Hz. Hüseyini, müslümanları bu makamın layıkı olmayan
bu adamdan kendilerini kurtarmaya çağırıyordu. Hz. Hüseyin de İslam
aleminin yaşadığı bu ızdıraplı dönemi yakından izlemekteydi. Çünkü
kendinde, babası Hz. Ali, dedesi Hz. Muhammedin bütün vasıflarını
toplamış gibiydi. Fakat karşısında para, servet, şöhret ve hileye
dayanmış Emeviler gibi bir düşman vardı.
HZ. HÜSEYİNİN KATİLİ YEZİD
Kendisine saltanatı devreden
babası Muaviye ölürken bile başucunda bulunma gereği duymayan,
avlanmakla gönül eğleyen Yezid, gününü gecesini çalgı dinlemekle,
köçek çengi oynatmakla, içip kendinden geçmekle sürdürmeyi adet
etmiş bir kişiydi. Özellikle maymunlara ve köpeklere çok düşkündü.
Ebu Kubays adını verdiği bir maymunu vardı ki, ona alaca bulaca
renkli ipek elbise giydirir, başına ipekten örülmüş bir külah koyar,
dişi bir merkebe bindirir ve atlarla yarışa sokardı. Kendisiyle
şarap içenlere, Kalkın ey topluluk, dinleyin şarkı söyleyenlerin
seslerini; anlamlarla uğraşmayı, bilgilerle oyalanmayı bir yana atın
da boyuna şarap içmeye bakın. Çalgı sesi, Ezan sesinden alıkoymada
beni; küplerin içindeki yıllanmış şarabı hurilerle değiştim ben.
Sıbt İbnil-Cevziye göre Yezid
üç şeyi çok severdi: Kadın, şiir ve müzik. N. Kemal de şu olayı
nakleder: Kadınlara karşı son derece düşkündü. Güzel bir kadın
olduğunu duyduğu Irakın ileri gelenlerinden birinin karısı ile
evlenebilmek için Muaviyeyi bir hayli sıkıştırmış, çeşitli hile ve
düzenbazlıklara itmişti.
İşte böyle bir kişi,
müslümanların başına geçmiş, İslamın temsilcisi sözde halifesi
olmuş ve Müminlerin Emiri diye anılmaya başlanmıştı. Bu duruma
oldukça üzülen Hz. Hüseyin, Medinede kendisine Yezide biat
etmesini öğütleyen Mervana şu yanıtı veriyordu: Başımız sağolsun;
çünkü ümmet, Yezid gibi birinin hükmü altına girmekle büyük bir
belaya uğradı.
HZ. HÜSEYİN VE KERBELA OLAYI
Hz. Hüseyin Peygamberin torunu ve
Hz. Ali ile Hz. Fatımanın ikinci çocuğu idi. O zamana kadar Araplar
arasında pek rastlanmayan bu adı ona Hz. Muhammed vermiş idi. Bazı
kaynaklarda Hüseyin doğduğu zaman Hz. Muhammedin kulağına O
cennet çocuklarının efendisi (Seyyid)dir. diye seslendiği
yazılıdır. Peygamber Hz. Hasan ile Hz. Hüseyini çok severdi. Bunlar
benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allahım ben onları
seviyorum, sen de onları sevenleri sev. dediği birçok kaynakta
yazılıdır.
İmam Hüseyinin çocukluğu
Peygamberin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu durum kısa
sürdü. Daha 5 yaşındayken dedesini yani Hz. Muhammedi; ve kısa bir
süre sonra da annesi Hz. Fatımayı kaybetti. Bu durumun onu oldukça
etkilediği muhakkaktır. Daha çocukken birgün İkinci halife Ömer
minberde hutbe okurken Hz. Hüseyinin Ömerin yanına giderek
Babamın minberinden in ve babanın minberine git. diye çıkıştığı da
kaynaklarda yazılıdır.
Üçüncü halife Osmana karşı
gerçekleşen isyanda Hz. Ali onu ve abisi Hz. Hasanı halifenin evine
göndererek eve kimseyi sokmamalarını emretti (656). İsyancılar
buradan içeri giremediler, ancak başka bir evden geçerek Osmanı
öldürmeyi başardılar. Bunun üzerine Hz. Ali oğullarını sert bir
şekilde azarladı. Hz. Hüseyin babasının halife olmasıyla birlikte
Kûfeye gitti ve onunla bütün seferlere katıldı. Hz. Alinin
şehadeti sonrasında abisi Hz. Hasana itaat etmeyi yeğledi. Çünkü
babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti. Ancak abisinin
Muaviyenin hileleriyle zehirletilerek şehid edilmesinden sonra
yaşanan gelişmeler onun o zaman kadarki durumunu değiştirdi. Yezide
biat etmemekteki kararlılığı onun bu yolda sonuna kadar gideceğini
gösteriyordu.
Daha önce de söz ettiğimiz gibi,
Muaviye ölmeden önce çeşitli hile ve tehditlerle halkı oğlu Yezide
biat ettirmiş; Hz. Hüseyin ve bazı ileri gelenler biat etmemişlerdi.
Yezid ilk iş olarak babasının yarım bıraktığı bu işi tamamlamak
üzere, Velide yolladığı mektupta her ne suretle olursa olsun Hz.
Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömerin biatlerinin sağlanmasını,
eğer bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup, başlarının kendisine
gönderilmesini istiyordu. İktidar hırsının iştahlarını kabarttığı
Emevilerin yapamayacakları iş yoktu. Babası Muaviyenin izinden
giden Yezid, gerekirse Peygamberin sevgili torununun dahi başını
kesmeye, Ehli Beyte zulüm etmeye kararlıydı.
Doğal olarak Hz. Hüseyin, Yezide
biat etmedi ve Velidin çabaları sonuç vermedi. 4 Mayıs 680 gecesi
kardeşi Muhammed Hanefinin de tavsiyesiyle bütün aile fertleriyle
birlikte Mekkeye gitti. Ayrıca bu sırada Hz. Hüseyinin Mekkeye
gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyine elçiler göndererek
Kûfeye davet ederek kendisini halife olarak tanımaya hazır
olduklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de amca oğlu
Müslim b. Akıyli oradaki durumu yerinde görmek ve uygun bir zemin
sağlamak üzere Kûfeye gönderdi. Önceleri Müslim Kûfedeki
çalışmalarında başarılı oldu ve Hz. Hüseyin de bunun üzerine
Mekkeden Kûfeye doğru yola çıktı.. Hz. Hüseyin kendisini Kûfeye
gitmekten alıkoymaya yönelik girişimlere Rüyasında dedesi Hz.
Muhammedi gördüğünü ve başladığı iş ister lehine ister aleyhine
olsun, dönmeyeceğini söylüyordu.
Bu arada Müslimin faaliyetleri
Yezid tarafından haber alınınca, Kûfe Valiliğine zalim Ubeydullah
getirildi ve Müslim yakalanarak idam edildi. Ubeydullahın Kûfe
valiliğine atanması şüphesiz anlamlıydı. Çünkü o Muaviyenin Irak
Valisi Ziyad b. Ebihin oğluydu. Zalimlikte babasından aşağı
değildi. Ubeydullahın Kûfe Valiliğine atanmasıyla Hz. Hüseyini
davet eden onbinler korku ve tehditle sindirildi.
Hz. Hüseyin, Mekkeden Kûfeye
doğru yola çıktığında amca oğlu Müslim Yezidin adamlarınca
öldürülmüştü. Hz. Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap
Şair Ferezdak ile karşılaşıldı. Hz. Hüseyin ondan Kûfedeki durumu
sorunca, Ferezdak, Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni
Ümeyye(Emeviler) iledir; kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini
işler. dedi. Hz. Hüseyin de Doğru söyledin , Allahın dediği olur.
dedi ve yola devam edildi. Hz. Hüseyin Müslimin Yezidin
adamlarınca acımasızca öldürüldüğünü yolda öğrendiğinde oldukça
üzüldü. Kûfelilerin kalleşliği ve dönekliği ortada olduğu, Müslime
oynanan oyun herşeyi gösterdiği halde, hatta kendisi için
başkoyduklarını söyleyenler dağılıp kaçtığı halde o, Mekkeden yola
çıkan ailesi ve fedakar dostlarıyla , yola devam etmekten çekinmedi.
Hatta ordunun geldiğini haber alınca yanındakilere zaman varken
kendisinden gece ayrılabileceklerini ifade ettiyse de, yanında
bulunanlar hayatlarını kurtarmak için onu terketmek alçaklığını
yapmayacaklarını ifade ettiler. Hz. Hüseyin ya başarıya ulaşacak,
müslümanları eşitlik, kardeşlik ve adalet ülküleri içinde yaşatacak,
Yezidin saltanatına son verecek yada bu yolda boyun eğmeden şehid
olacaktı. İşte Hz. Hüseyin, bu asil duyguların esiri olarak adım
adım Kerbelaya, her neye malolursa olsun gidecekti.
Burada anhatlarıyla ele
alacağımız bu olay, sadece islam tarihinin değil insanlık tarihinin
de en kara ve acıklı sayfalarını oluşturur. Peygamberin cennetin
efendileri olduklarını söylediği iki sevgili torunundan Hz.
Hüseyinin acımasızca şehid edildiği bu olayı Emevi yandaşı
zavallıların açıklarken nasıl kılıktan kılığa büründüklerini ibret
ve hayretle görüyoruz.
Hz. Hüseyin ve beraberindekiler
Kerbelaya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce
kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. İnsanlık
değerlerinden yoksun Kûfe Valisi zalim Ubeydullah, Hz. Hüseyinin
geri dönmek, Yezidle görüşmek veya İslam sınırlarından herhangi
birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun
görevi Yezidin emrini yerine getirmek yani Hz. Hüseyini şehid
etmekti. Çünkü biliyordu ki, Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi
Yezide rahat yoktu.
Şimdi sözde müslümanlardan oluşan
koskoca bir ordu, kendi dinini kuran Hz. Muhammedin her yönden
üstün yaratılış ve niteliğine sahip torununa ve ve onun ailesine
saldırıyor, öldürmeye çabalıyordu. Karşılarındaki bir avuç insan ise
günlerdir susuzdu,.hararetten insanların dudakları çatlamış, dilleri
kurumuş, bağırları yanmıştı. Fakat karşılarındaki paralı askerlerde
insaf yoktu, acıma bilmiyorlardı, kana susamışlardı, şan ve şöhretin
esiriydiler. Meğer insanoğlu, servet, şöhret ve makam için sırasında
ne kadar küçülüp, alçalabiliyordu.
Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10
Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezidin
ordusuna yaklaşarak onlara hitab etmek istedi. Ancak bu çok veciz
konuşma gözleri dönmüş azgınlardan oluşan bu orduyu pek etkilemedi.
Hz. Hüseyinin bu sözlerinin edebi bakımdan da ayrı bir değeri
vardır. Allaha hamd ve sena, Hz. Muhammede, meleklere ve nebilere
salattan sonra şöyle diyordu:
Peygamberimizin kızının
oğlu, vasisinin oğlu, amcasının oğlu ben değil miyim? Şehidlerin
efendisi Hamza babamın amcası değil midir; şehit Cafer Tayyar amcam
değil midir? Tanrı elçisinin benim için ve kardeşim için, cennet
halkı çocuklarının seyyidleridir ve sünnet ehlinin gözbebekleridir,
sürurlarıdır, dediğini duymadınız mı?
İmdi benim soyumu
araştırınız ve benim kim olduğumu görünüz. Sonra kendi
vicdanlarınıza eğiliniz, onları ayıplayınız ve beni öldürmenin haram
ve yasaklanmış olan kanımı dökmenin sizin için helal olup olmadığını
düşününüz.!
Bu konuşma bir başka kaynakta ise şöyle nakledilir: Hz. Hüseyin
atını sürerek iki ordu arasında bir yerde durdu ve Yezidin ordusuna
hitaben: Ey Kûfe halkı benim kim olduğumu ve sonra da vicdanınızın
sesini dinleyiniz. Ben Peygamberin torunu değil miyim? Benim katlim
size helal olur mu? Peygamberin hadisini ne çabuk unuttunuz. O,
bizler için -Siz ehlibeytin seyyitlerisiniz- diye buyurmuştu. Bunu
bilmiyor musunuz? Ben o büyük Peygamberin kızının oğlu, vasisi ve
amcazadesi olan zatın oğlu değil miyim? Şayet bu hadisi unuttu
iseniz, içinizde bunu size hatırlatacak kimseler vardır. Benden ne
istiyorsunuz? Medinede Resulullahın ravzai mübarekesinin yanında
kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız. Mekkede itikafa
çekilmeme müsade etmediniz. Davetnameler göndererek, ricalar ederek,
yalvararak beni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu davetiniz
üzerine buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek istiyorsunuz. Bu
akıbete müstehak olabilmek için ben sizlere ne yaptım? İçinizden
birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malını mı gasbettim? Eğer beni
istemiyorsanız bırakınız gideyim. Bu ne gaddarlık ve bu ne
hilekarlıktır
.
Hz. Hüseyinin bu hitabı
sonrasındaki gelişmeleri Fuzuli şöyle nakleder: Cemaat bir ağızdan
yaptıklarını inkara kalkıştılar. Hazreti İmam, mektupları onların
önüne koyup böylece inkara mecal bırakmadıktan sonra mektupları
ateşte yaktırdı. O zaman Ömer b. Sad gelip:
- Ey Hüseyin! Dedi, bu
hikayelerden bir sonuç çıkmaz. Ya Yezide biat edersin yahut da
ölümü göze alırsın.!
Bu sözleri söyledikten sonra
eline bir ok alıp:
- Ey Kûfe halkı, şahit olun ve
Ubeydullah b. Ziyad huzurunda da şahitlik edin ki, Hz. Hüseyinle
savaşa tutuşan ilk defa ben oldum.
Bunları söyleyerek o oku Hz.
Hüseyine doğru fırlattı. Hz. Hüseyin sakalını eline alarak:
- Ey kavim Allahın gazabı
yahudilere Aziz Allahın oğludur! dedikleri zaman son şiddetini
bulmuştu. Ve yine Tanrının kahrı, Hıristiyan kavmine Mesih,
Allahın oğludur dedikleri zaman, indi. Allahın gazabı bugün de size
Al-i Resule (Ehli Beyte) kasdettiğiniz için erişmektedir.
Bedeninizdeki her kıl, demirine su verilmiş bir hançer olsa Allah
sabırlıları sever
emrinden dışarı çıkmam. Ve her biriniz ayrı ayrı
bana kasdetmek için kin tutan askerlerden olsanız, Allah
sabırlıları sever! buyruğunu bırakmam. Rivayet ederler ki, Yezidin
askerleri İbni Sadın gayretini gördüğünde ona uyup Hz. Hüseyini
öyle bir ok yağmuruna tuttular ki atılan oklardan güneş görünmez
oldu. Hz. Hüseyin bu hücum karşısında süvarilerine dönüp
yanındakilere şunları söyledi:
- Ey vefakâr arkadaşlar ve benim
için canlarını ortaya koyan insanlar! Kavgaya kendinizi hazırlayın
ki, kanların döküleceği zamandır.
Çok dengesiz bir şekilde başlayan
savaşta Hz. Hüseyinin 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan askerleri
öğle üzeri olduğunda iyice azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az
sayıda susuz ve bitkin insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda
Şimrin emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi.
Peygamberin torunu Hz. Hüseyinin vücudunda otuzüç ok, otuz dört
kılıç ve kargı yarası vardı (10 Muharrem 61-10 Ekim 680). Hz.
Hüseyinin şehadetini Kastamonulu Şazi eserinde şöyle dile
getiriyor:
Yüzü üstüne bıraktı Seyidi
Kesti başını hemandem o
lain
Kanı yere çün döküldü ol
zaman
Zelzele düştü yere-ü
darügir
Gulgula kıldı melayik
ağladı
Yer gök oldu karagû ol
zaman
Çaldı pıçağı işit kim
neyledi
Hem şehit oldu Hüseyn-ü pâk
din
Düştü kavga aleme oldu
figan
Göğe değin çıktı feryad-ü
nefir
Ay güneş nurunu ol dem
bağladı
Yaradılmış cümlesi kıldı
figan
Bir başka Maktel yazarı Kâzım
Paşanın ise ünlü beyiti şöyledir:
Düştü Hüseyn atından
Sahrayı Kerbelâya
Cibril var haber ver
Sultanı Enbiyaya
Hz. Hüseyinin şehadeti ardından
kadınlar feryada başladılar. Aczînin ifadesiyle:
Bir taraftan ahü feryadü
figan-ı Ehli Beyt
Bir taraftan nara vü cuş ü
huruş-ı eşkiya
Sonra çadırlar ve kadınlar yağma
edildi, hasta ve yatakta olan İmam Zeynel Abidin Ali de öldürülmek
istendi. Bu kanlı savaşın bitiminde İmam Zeynel Abidin yatak ve
yorganlara sarılarak saklanmıştı. Hz. Hüseyinin şehid edilmesi
sonrasında çadıra koşan Şimr Hüseyinin bir oğlu daha olacak o
nerede? diye aramaya başladı. Çadırın her tarafını arayıp çocuğu
buldu. Fakat bu esnada çadırda bulunan kadınlar Şimre hücum ederek
Zeynel Abidini bu caninin elinden kurtardılar. Bu çirkin şavaşın en
küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyinin oğlu
Ali Asgardı. Hz. Hüseyinin yanındakilerden şehid olanlar yetmiş
iki kişi idi. Yezid ordusunun komutanı, bu şehitlerin başlarını Vali
Ubeydullaha gönderdi. Hz. Hüseyinin kızları, kızkardeşleri ve
çocuklar da Kûfeye Ubeydullahın huzuruna getirildiler.
Ubeydullahın Peygamberin soyuna karşı davranışı çok çirkin ve kaba
idi; kendilerine hakaretler ve tehditler savurdu, hatta İmam Zeynel
Abidini öldürmek dahi istedi. Ubeydullah bundan sonra İmam Zeynel
Abidinin ellerini bağlatıp, Kerbelada öldürülenlerin kesilmiş
başlarını, çoluk çocuğu Şama Halife Yezidin yanına yolladı. Şama
vardıklarında onları götüren Züheyr, Halife Yezidin yanına girip
başarıyı(!) müjdelemiş ve Kerbela savaşının ayrıntılarını
anlatmıştı.
Hz. Hüseyinin ailesini getiren
kafile Yezidin sarayına getirilmişti. Kısa süre sonra ehlibeyt
kadınlarını Yezidin huzuruna çıkardılar. Kadınlar İmam Hüseyinin
kesik başını Yezidin önünde görünce feryad ve figan etmeye
başladılar. Kadınlarla birlikte zincirli bir şekilde İmam Zeynel
Abidin de Yezidin huzuruna getirilmişti. Manzaranın dehşetinden
Yezidin yanında bulunanlar bile dehşete kapılmışlar ve bunu açıkça
belirtmişlerdi. Yezid Hz. Hüseyini ortadan kaldırdıktan sonra artık
rahatlamış sayılırdı. Şimdi Ehli beyte yalandan da olsa saygılı
davranabilirdi. Derhal Zeynel Abidinin zincirlerini çözdürdü.
Yezidin kadınları da Ehli beyt kadınlarını teselli etmeye
çalışıyorlardı. Artık Yezid yaptığı kötülükleri ve cinayetleri
unutturabilmek için Ehli Beyte iyi davranıyor, sarayda onlarla
konuşuyor, her isteklerinin yerine getirileceğini belirtiyordu. Daha
sonra Numan bin Beşir komutasındaki bir muhafız kıtası eşliğinde
onları Medineye kadar götürdü. Yezid, Zeynel Abidini uğurlarken şu
yalanı bile uydurabiliyordu: Allah, İbni Mercameye lanet eylesin.
Vallahi ben olsaydım babanın her isteğini yerine getirirdim. Lakin
kaderi İlahi böyleymiş ne yapalım!
Ne Allahtan korkuları vardı, ne
de Peygamberden çekinmeleri vardı, ne de utanma biliyorlardı. Şu da
muhakkak ki, yeryüzünde Yezid gibi ahlak yönünden düşük insana az
rastlanabilir. Onun bu işleri yapan eli Ubeydullah ise kötülük ve
ahlaksızlıkta, zalimlikte efendisi ile yarış halindeydi. Şunu da
bilmek lazımdır ki, Kerbelada hak yolunda kendisinin yüz katı bir
orduya karşı duran Hz. Hüseyinin bu kahramanlığına da rastlamak
imkânsızdır. Sonuç olarak Kerbela Olayı yüzyıllara damgasını vurmuş
hüzünlü bir destandır. Öyle ki yabancı araştırmacı Gibbon Yıllar
sonra bile insanlar nerede olurlarsa olsunlar Hüseyinin bu trajik
ölümü en soğukkanlı okuyucuyu bile üzecektir
demektedir.
İmam Hüseyinin ve yanındakilerin
Kerbelada böyle feci şekilde katledilmeleri ve Peygamber
sülalesinin akla gelmedik şekilde ihanete cüretleri halkı o kadar
etkiledi ki, adeta Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Olay İran ve
Hicaz'a duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin ve ayaklanma
istekleri başladı. Bu durum karşısında da Yezidin paralı kulları
büsbütün kudurdu. Zulüm yolunda hiç çekinmez oldular.
KUTSAL ŞEHİRLERİ YIKAN YEZİD
Medine halkı fasık ve günahkar
olarak gördüğü Yezid ve iktidarına karşı ayaklanarak, valiyi şehir
dışına atmış yerine Abdullahı valiliğe getirmişlerdi. Yezid bu
durumu haber alınca Akabe oğlu Müslim adlı zalimi onikibin askerle
hemen Medineye gönderdi ve şu talimatı verdi: Şehir halkına üç gün
süre ver. İsyandan vazgeçmezlerse, onlarla savaş. Zafer
kazanıldıktan sonra da bütün şehri yağma et. İslamın bu kutsal
şehrinde sözde halife Yezidin arzuları doğrultusunda İmam Zuhrinin
bildirdiğine göre on binden fazla insan öldürüldü. Evlere saldıran
askerler, ellerine geçirdikleri malları almakla yetinmediler, masum
bini aşkın kadına da tecavüz etmekten de kaçınmadılar. Tarihçi H. M.
Balyuzi bunu şu şekilde anlatıyor:
Medine düştüğü zaman Hz.
Muhammedin geride kalan dostlarından seksen kişi ve yediyüz hafız
öldü. Peygamberin şehri yağmacılara teslim edildi; yapılan barbarlık
ve tecavüz inanılır gibi değildi. Peygamberin mescidi dahi
kurtarılamadı. Etrafı ahır alanı oldu. Medine sınırları içinde daha
pek çok insan kılıçtan geçirildi, kalanı da şehri terketti. Ölümden
yakasını kurtaranlar Yezide yalnız halife olduğu için değil aynı
zamanda onların efendisi ve amiri olarak itaat etmek zorunda
bırakıldılar. Karşı çıkanlar ise kızgın demirle dağlanırlardı
.
Oysa ki Hz. Muhammed, Medine halkını, zulmetmek suretiyle
korkutanlar, Allahı korkutmuş gibidir. Allahın, meleklerin ve
bütün halkın laneti onların üzerinedir. demişti. İbn-i Kesirin
yazdığına göre, alimlerin büyük bölümü bu hadise istinaden Yezide
lanet etmeyi uygun görmüşlerdir. 26 Ağustos 683te gerçekleşen bu
Medineye Yezidin saldırması olayı, Hurre Savaşı olarak bilinir.
Medineyi kanlı bir şekilde
susturan Yezid Ordusu daha sonra Mekkeye yöneldi. Tepeler üzerine
yerleştirilen mancınıklarla şehir taş yağmuruna tutuldu. Kuşatma iki
ay kadar sürdü ve Kâbeye de mancınıkla taş atıldığı gibi, şehirde
yer yer yangınlar çıktı. Bu kuşatma Yezid'n öldüğü haberinin
Mekkeye ulaşmasına kadar sürdü. Böylece Yezid, Kâbeye saldırma
şerefini (!) de elde etmiş oldu. Yezid 11 Kasım 683te kötü bir nam
bırakarak öldü. Kendisi hükümdarlığını , devlet işleri ve adaletli
bir idareden çok, şaraba, müziğe, eğlenceye ve kendisine rakip
olarak gördüğü insanları, Peygamberin ailesi de olsa, katletmeye
hasretmişti.
SONUÇ
Yezidin, Hz. Hüseyine, Hz. Ali
soyuna ve yandaşlarına yaptıkları, Mekke ve Medineye saldırması
İslam tarihinin en kara sayfalarını oluşturur. Yezid, hilafetin
haksız varisi, Hz. Hüseyinin katledilmesinin ve mukaddes şehirlerin
kirletilmesinin baş sorumlusu olarak müslümanların hafızasında kötü
bir isim bırakmıştır. Emevi zalimleri Hakkı tanımamışlar,
azgınlaşmışlar ve Peygamberin Ehli Beytine olmadık şeyler
yapmışlardır. Bütün bunlar sonrasında Emevi saltanatı kökünden
sarsıldı ve yıkıldı. İslam alemi yüzyıllardır Peygamber torunlarına
yapılan bu zulmü unutmadı. Nihayet bir gün Muhtar isimli bir
kahraman arkadaşları ile birlikte ayaklandı. Kûfe şehrindeki Ömer
bin Sad ile Kerbela Olayına katılanlardan 210 kişi kılıçtan
geçirildi. Bu karışıklıklar sırasında kaçmaya çalışan Hz. Hüseyinin
katili Şimr de yakalandı ve katledildi. 750 yılında Emevi
Hanedanını deviren Abbasiler, onlardan öyle bir öc aldılar ki,
ölülerinin kemiklerini bile mezarlarından çıkarıp yaktılar.
İslam tarihinde Muharrem ayı
içerisinde gerçekleşen bu facia her yıl canlandırılır. Ehli Beyt
için ağıtlar, mersiyeler söylenir, matem tutulur. Kerbelada Hz.
Hüseyin ve Abbas adına birer cami yapılmıştır. Hz. Alinin türbesi
ise Neceftedir. İmam Hüseyin Camisinde, Ali Ekber, Ali Asgar ile
birlikte Kerbelada şehid düşen 72 kişinin mezarı vardır. Hz.
Alinin türbesinin bulunduğu yere Meşhed-i Ali denir. Meşhed
bir şehidin şehid olduğu yer demektir. Minareleri ve kubbe
şeklindeki tavanları altın yaldızlı bakırla kaplıdır. Meşhed-i
Alinin çok görkemli ve göz kamaştırıcı bir görünümü vardır.
Meşhed-i Hüseyin ise ormanlarla çevrilmiş, minareler ve kubbe altın
yaldızlı bakırla kaplı büyük ve güzel bir abidedir.
KERBELA
Kerbela İmam Hüseyinin
şehadetinden bu yana İslam Dünyasında özellikle Anadolu Alevileri
için büyük bir kudsiyete sahip olmuştur. İran ve Türk
Edebiyatlarında Maktel-i Hüseyin adı altında bir edebi türe de yol
açan bu facia yüzyıllardır hafızalardan silinmemiştir.
Kerbela Şehri, Bağdattan 80 km.
Ve Fıratın 25 km. Batısında bulunmaktadır. Hem Şah İsmail hem
Kanuni, Necefle birlikte Kerbelayı ziyaret etmişler ve İmam
Hüseyinin türbesine karşı çok saygı ve bağlılık göstermişlerdi.
KERBELADA HZ. HÜSEYİNİN MAKAMI
Hz. Hüseyinin Kerbeladaki
makamı 108x82,5 m büyüklüğünde bir avlu içinde bulunur. Bu avlunun
çevresini livanlar ve hücreler kuşatır. Duvarları boydan boya Kuran
sureleri, mavi zemin üzerine beyaz yazı ile yazılmış olan bir pervaz
süsler. Yaldızlı dehlizden geçilerek varılan üçgen şekilli orta
kısım, üzeri kemerler ile örtülü bir koridor (bugün cami) ile
kuşatılmıştır ki, ziyaretçiler burada makamı tavaf ederler. En
ortada yaklaşık 2m yüksekliğinde, 4m genişliğinde ve çevresi gümüş
maşrabi eserler ile çevrili İmam Hüseyinin sandukası, bunun ayak
ucunda beraber bulunan oğlu muharebe arkadaşı Ali Ekbere ait daha
küçük bir sanduka vardır.
Türbenin kıble tarafındaki
yüzünde gayet zengin işlemeli süslemeler vardır. Giriş kapısının iki
tarafında iki minare bulunur. Üçüncü bir minare de doğu kenarındaki
binalar önünde yükselir. Güneyde takriben 16m geride, avluyu kuşatan
binaların cephesine rastlanır. Bu tarafta avluya bitişik, oldukça
büyük bir medrese bulunur. Bunun yaklaşık 26 metrekare şekilli bir
avlusu olduğu gibi hususi bir camisi de vardır. Bu türbenin yaklaşık
600m kuzeydoğusunda Hz. Hüseyinin üvey kardeşi Abbasın türbesi
vardır. Şehirden batıya doğru giden yol üzerinde Hz. Hüseyinin
çadırlı karargahı bulunur. Burada yapılmış olan bina çadır şeklini
andırdığı gibi, kapısının iki tarafında deve semerlerine
benzetilerek yapılmış olan taşlar vardır.
Bir başka kaynakta ise İmam
Hüseyinin Türbesi şöyle anlatılıyor. Altın kaplı muhteşem kubbesi,
adeta yine altın kaplı güzel minarelerini kaplayan İmam Alinin
makamını andırır. Minareler altın kaplı tuğlalarla ve diğer kısımlar
kâşi taşlarla süslenmiştir. Bu türbede -Bağdattaki Musa Kazım
Türbesinde olduğu gibi ve ondan fazla- altınlar, gümüşler, aynalar,
türlü işlemeler, süsler çok bol ve cömertce harcanmıştır. Okul,
medrese, mescid, sebil, dergah gibi birbirine bitişik dört köşeli
geniş bir alan üzerinde yükselen türbe gerçekten göz kamaştırıcıdır.
Hele duvarları, köşeleri kaplayan aynalar, gümüşten veya renkli
billurdan dökülmüş yazılar, kabartma altın yaldızlı pek ince dallar,
budaklar, çeşit çeşit güller ve hep göze, gönüle dokunan HÜSEYN-İ
ŞEHİD VE HÜSEYN-İ MAZLUM yazıları, yakıcı mersiyeler ve sonra billur
avizeler, şamdanlar, geceleri bunlardan dökülen altın ışıkların
akisler yapan görünümü görülmeye değerdir. Gerçekten de Hz.
Hüseyinin makamı Hz. Hüseyinin şanına layıktır.
Halk arasında Hz. Hüseyinin
türbesi çevresinde gömülenlerin cennete gidecekleri inancı
yaygındır. Bu nedenle birçok yaşlı ve sakat ziyaretçi, hayatlarının
son günlerini yaşamak üzere bu türbe civarına gelirler veya ölüler
buraya nakledilerek, türbe civarına defnedilirler.
Her yıl Muharrem ayında Kerbela
ziyaretçi akınına uğrar. Feryatlar, ahlar, dualar yalnız türbenin
kubbesini değil, gök kubbeyi de çınlatır. Kerbela faciasının
yıldönümleri burada yaşamı tümüyle etkileyen en önemli olaydır.
Bu bölüm Mehmet Yaman Dedenin
Alevilikte Cem ve Alevilik adlı eserlerinden hazırlanmıştır.
MATEM VE MUHARREM ORUCU
Aleviler yüzyıllardır, Hz. İmam
Hüseyinin Kerbelada şehid edilmesinin anısına, Muharrem ayının
1-12 günleri arasında matem orucu tutarlar. Bu oruç, Kuranda ve
Peygamberimizin hadislerinde de yer almaktadır. Matem (yas) orucuna
Kurban Bayramından 20 gün sonra niyet edilir.
Bu ayda düğün, eğlence yapılmaz,
hayvan kesilmez, su içilmez, gönül kırılmaz. Halk cemevinde
toplanarak Kerbela Olayını anlatan Saadete Ermişlerin Bahçesi,
Gülzarı Haseneyn ve Kumru gibi kitapları okurlar.
ORUCA NİYET ETMEK
Bism-i Şah
Allah Allah
Er
Hak-Muhammed-Ali aşkına, İmam Hüseyin Efendimizin susuzluk orucu
niyetine Kerbelada şehid olanların temiz ruhlarına, Fatıma Anamızın
şefaatına, Oniki İmamlar aşkına oruç tutmaya niyet eyledim. Ulu
Dergah kabul eylesin...
AŞURE LOKMASI İÇİN DUA
Bism-i Şah
Allah Allah
Barekallah. Şehidler Şahı İmam
Hüseyin Efendimizin ve Kerbela şehidlerinin yüce ruhlarının şad
olması için barekallah. Cümle erenlerin ruhu için barekallah.
Yurdumuzun, Ulusumuzun, Cumhuriyetimizin esenlikte olması için
barekallah. Ordularımızın güçlü olması için barekallah. Ahirete
göçenlerimiz ve bugün yaşayanlarımız için barekallah. Gökten hayırlı
rahmet, yerden hayırlı bereket vermesi için barekallah. Muhammed
Mustafa, Aliyyel Mürteza, İmam Hasan, İmam Hüseyin, Kerbela
Şehidleri ve Hünkâr Hacı Bektaş Veli hakkı için el-Fatiha ve
salevat. Gerçeğe hü
AŞURE YENDİKTEN SONRA
OKUNACAK DUA
Bism-i Şah
Allah Allah
Allah, Muhammed, Ali, Oniki
İmam Efendilerimizin ruhu revanları, şâd ve handan ola. Münkir ve
münafıklar mat ola, müminler şâd ola. Lokmalarımız dertlere deva
ola.
Matem-i Hasan ve Hüseyin ola.
Cümlemize haklı hayırlı kısmetler verilmesi için
Nur-u Nebi, Kerem-i Ali,
Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli demine hü.
EDEBİYATIMIZDA KERBELA OLAYI
VE HZ. HÜSEYİN
Hz. Hüseyinin ve ailesinin
Kerbelada uğradığı faciayı edebi alanda en acıklı tasvir eden
Alevilerin Yedi Ulu Ozanından biri olan FUZULİ olmuştur. Onun bu
şiirlerinden bazıları şöyledir:
Kerbela teşnelerin yad kılub eşk
döken
Ateş-i ruz-ı cezadan elem-ü gam
çekmez
Şüheda halin anub derd ile yanub
yakılan
Elem-i şule-i niran-ı cehennem
çekmez
.
Ehl-i Beytin sena-vü-mersiyesi
Ahsen-ü-afdal-i fezayildür
Kim ki bir beyt ol hususda diyer
Ol dahi Ehl-i Beyt-e dahildür
.
Bir başka şairin beyti de şöyle:
Cihanın sahibinden bir içim su
kıskanılmış aah!..
Fırat ağlar, Murat ağlar,
zemin-ü asuman ağlar
Ayak bastı ol melun kalbi gahı
sırrı Kurana
Aliyyü Fatıma, Peygamber-i
ahir zaman ağlar
Can Hatayinin Cemlerde de sık
sık söylenen Hz. Hüseyin ve Kerbelaya ilişkin bir mersiyesi:
Bugün matem günü geldi
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
Senin derdin bağrım deldi
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
Kerbelanın önü yazı
Yüreğimden çıkmaz sızı
Yezitler mi kırdı sizi
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
Bizimle gelenler gelsin
Serini meydana koysun
Hüseyinle şehid olsun
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
Kerbelanın yazıları
Şehid düştü gazileri
Fatmananın kuzuları
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
Kerbelanın önü düzdür
Geceler bana gündüzdür
Şah Kerbelada yalnızdır
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
Hür şehit atından düştü
Kafirler başına üştü
Müminlere matem düştü
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
İşte geldi bahar yazlar
Yazı yazlar, güzü güzler
Fatmana yolların gözler
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
Kerbelanın önü çağlı
Benim ciğerciğim dağlı
Hazret-i Alinin oğlu
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
Atan Ali, anan Fatma
Dert üstüne dertler katma
Didarından mahrum etme
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
Fatmana zülfünü çözer
Ağlayı ağlayı gezer
Müminlerin bağrın ezer
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
İllallah Şah, illallah şah
İllallah, illallah Şahım eyvallah
Gazel oldu bahçe bağlar
Dumanlıdır yüce dağlar
CAN HATAYİ
yanar ağlar
Ah Hüseyin Şah Hüseyin
Esirî de Kerbela Olayını şöyle
tasvir ediyor:
Deli gönül çok açılıp şad olma
Kerbelada Şah Hüseyne baksana
Nefsine uyup da kahkaha gülme
Ehl-i Beyt yastadır gama baksana
Yezit kasteyledi vermedi suyu
Orada tutuldu Kasımın toyu
Sâkine ağlıyor nemurat deyü
Fâtımanın kınasına baksana
Ümmügülsüm, Zeynep hep yasta âlem
Alemdar Abbasın kolları kalem
Takdir-i ezelde böyleydi ilam
Fırat suyu kan ağlıyor baksana
Ümmügülsüm, Zeynep çekerler
tesif
Kerbela çölleri İmama nasib
Siması peygamber, cemali Yusuf
AlEkberin Leylasına baksana
Çok cefaya mâlik Zeyneb-i Sâni
Müseyb Gazi ala onlardan hayfı
Hür Şehid de Kerbelanın kurbanı
Haymegâhın ateşine baksana
ESİRİ gûş eyle bu dünya cefa
Bunca kahramanlar sürmedi sefa
Ağalar ağası ey Necef Şaha
Harabada Sâkineye baksana
Büyük Ozan Pir Sultan Abdala ait
mersiyeler de şöyle:
Türbesin üstünü nakış eylediler
Aşık olan canı şaz eylediler
Seni dört köşeye baş eylediler
Gel dinim imanım İmam Hüseyin
Akan sular gibi akasım gelmez
Şehrine girersem çıkasım gelmez
Yezidin yüzüne bakasım gelmez
Gel dinim imanım İmam Hüseyi
Senin abdalların yanar yakılır
Katarımız Oniki İmama katılır
Bunda Yezitlere lanet okunur
Gel dinim imanım İmam Hüseyin
İmam Hüseyinin yolları bağlı
Aşık olanların ciğeri dağlı
Hazreti Alinin sevgili oğlu
Gel dinim imanım İmam Hüseyin
Senin aşıkların semaın tutar
Kadir gecelerişemalar yanar
Mezhebim İmam Cafere uyar
Gel dinim imanım İmam Hüseyin
* * * * *
Dedesi Hüseyini verdi hocaya
Elif be demeden çıktı heceye
Günde bir kafir kırardı geceye
Su içmeyip şehid olan Hüseyin
Hüseyinin de yapılıdır odası
Daim Haktan gelir onun gıdası
Dal boyunca nazar kılmış dedesi
Su içmeyip şehid olan Hüseyin
Hüseyini de götürdüler asmaya
Yezidler ulaştı başın kesmeye
Ali oğlu değil ki mürvet basmaya
Su içmeyip şehid olan Hüseyin
Pir Sultan Abdalım ellerim bağlı
Yezidin elinden ciğerim dağlı
Muhammed torunu Alinin oğlu
Su içmeyip şehid olan Hüseyin
Şah Hatayi ise Hz. Hüseyine
şöyle sesleniyor:
Evvel baştan Muhammede salevat
Kalk gönül gidelim Hüseyne doğru
Ecel gelmiş pervaneler dönmeye
Kalk gönül gidelim Hüseyne doğru
Hasanla Hüseyin, Alinin oğlu
Şehidler yoluna giderler doğru
İmam Zeynel, İmam Hüseyin oğlu
Kalk gönül gidelim Hüseyne doğru
Muhammed Bakırın aldık keremin
Caferi Sadıkın sürelim demin
Musa Kâzım alsın gönlümüz gamın
Kalk gönül gidelim Hüseyne doğru
İmam Rızadan ola inayet
Takiden, Nakiden ere hidayet
Hasan-ül Askeri Şah-ı Velayet
Kalk gönül gidelim Hüseyne doğru
ŞAH HATAYİm der beri gel aman
Müminin kalbinden çıkmasın iman
Ahiri zamanda Mehdi-i Zaman
Kalk gönül gidelim Hüseyne doğru
Ali Yaman (Cem Dergisi 1994)
Pir Sultan Abdal şöyle
sesleniyor:
Gündüz hayalimde gece
düşümde
Gel dinim imanım İmam
Hüseyin
Yılın oniki ay sabah
seherinde
Her dertlere derman İmam
Hüseyin
Dividim var kalem tutmam
elimde
Hakkın kelamın okurum
dilimde
Muhammedin sancağının
dibinde
Salınır da mazlum İmam
Hüseyin
Pir Sultan ne güzel bulmuş
yerini
Ben pirime kurban verdim
serimi
Muaviye oğlu Mülcem soyunu
Sürülsün dergahtan der İmam
Hüseyin
|