|
|
Hz. Muhammed
(s.a.s.) dogumu, cocuklugu ve gencligi
Insanligi hakka ve hakikata sevkedip dunya ve ahiret saadetlerini
saglamak uzere Allah Teala tarafindan gonderilen peygamberlerin
sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle
kabul edildigine gore 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi gunu
Mekke'de dogdu. Islam tarihi kaynaklari, Hz. Peygamber'in nesebi ta
Hz. Adem'e kadar siralanan Secere tablolari ile belirlemislerdir. Bu
kaynaklarda Hz. Peygamber'in yirminci gobekten atasi olan Adnan'a
kadar ittifak edilmis, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazi
farkliliklar ortaya cikmistir. Ama O'nun Hz. Ibrahim'in oglu Hz.
Ismail soyundan oldugunda suphe yoktur. Buna gore Adnan'a kadar
Rasulullah'in seceresi soylece siralanir: Muhammed b. Abdullah b.
Abdulmuttalib b. Hasim b. Abdumenaf b. Kusayy b. Kilab b. Murre b.
Ka'b b. Lueyy b. Galib b. Fihr b. Malik b. En-Nadr b. Kinane b.
Huzeyme b. Mudrike b. Ilyas b. Mudar b. Nizar b. Me'add b. Adnan.
Hz. Peygamber'in dogumundan iki ay kadar once babasi Abdullah,
ticari bir seferden donusunde Yesrib (Medine)'de vefat etmisti.
Annesi Amine, Kureys Kabilesinin kollarindan Benu Zuhre'nin reisi
Vehb b. Abdumenaf'in kiz idi. O siralarda Mekke esrafi, cocuklarini
colde bir sut anneye vererek emzirme adetine sahip olduklari icin
Hz. Peygamber, kendi annesi Amine tarafindan ancak bir kac kez
emzirilmis, sut anneye verilinceye kadar da amcasi Ebu Leheb'in
cariyesi Suveybe, O'na sut annelik yapmisti. Daha sonra Mekke'ye
komsu collerde yasayan Hevazin kabilesinin kollarindan Benu Sa'd'a
mensup Halime bint Ebi Zueyb, uzun sure Hz. Peygamber'e sut
emzirmistir. Mekke esrafi tarafindan Mekke'nin agir ve sicak havasi
cocuklarin gelisimine ve sagliklarina zararli goruluyor; ayrica hac
munasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de
arap dili, yabanci tesirler altinda kalabildiginden, fesahat ve
belagata onem veren Mekkeliler cocuklarinin dili ogrendikleri ilk
yillarinin Arapcanin saf ve bozulmamis sekliyle ve olanca fesahat ve
belagatiyla ari duru konusuldugu badiyelerde gecmesini gerekli
goruyorlardi. Bu bakimdan Araplar arasinda fasih Arapcalari ile un
yapmis Benu Sa'd kabilesi arasinda yakla
ilk iki bucuk yilini geciren Hz. Peygamber, ileride ustlenecegi
ilahi risalet gorevi icin hem bedenen, hem de ruhen burada
hazirlanmis oluyordu. Hz. Peygamber'in kirk yasindan itibaren
yuruttugu Islam'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslinda
mesakkatli, yorucu, bir takim intilari
olan mukaddes bir vazifedir. Iste bu yorucu ve mesakkatli gorevi
layikiyla yerine getirebilmek icin saglam ve sihhatli bir bunyeye
sahip olmak gerekiyordu. Hz. Peygamber, boylelikle cocuklugunun ilk
yillarinda Mekke'nin bogucu sicak ve sitmali havasindan uzaklasmis,
suyu ve havasi guzel badiyede saglikli bir sekilde gelisme imkanini
bulmus oluyordu. Diger taraftan guzel konusmanin kitleler uzerindeki
etkisi malumdur. Ileride muhtelif insan kitlelerine muhatap olacak
bir peygamberin suphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olmasi ve dili,
davasinin ugrunda en iyi sekilde kullanmasi gerekiyordu. Iste bu
yonlerden Hz. Peygamber henuz cocuklugundan itibaren davet faaliyeti
icin hazirlaniyordu. Yalniz kendisi henuz o siralarda ileride
peygamber olacagi konusunda hic bir bilgiye sahip olmadigindan, bu
hazirlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayip, Cenab-i
Hakk'in yonlendirmesi, kontrol ve murakabe altinda tutmasi seklinde
cereyan ediyordu. Peygamber Efendimizin sut annesi Halime'nin
yaninda iken vuku bulan "Gogsunun yarilmasi" (Serhu's-Sadr veya
Sakku's-Sadr) olayini da yine davete hazirlik olarak degerlendirmek
gerekir. Bu olayda Hz. Peygamber'in gogsu, gorevli iki melek
tarafindan yarilmis, kalbi cikarilarak Seytanin ve nefsin tasallut
ve saptirmasindan arindirilmis ve Zemzem'le yikanarak tekrar yerine
konulmustur. Boylece Hz. Peygamber, ruhen davete hazirlanmis
oluyordu. Serhu's-sadr olayindan sonra sut anne halime tarafindan
Mekke'ye getirilerek oz annesi Amine ve dedesi Abdulmuttalib'e
teslim edilen Hz. Muhammed, alti yasina kadar annesi Amine'nin
yaninda kaldi. Bu siralarda Amine, Hz. Peygamber'i de yanina alarak
Medine'deki akrabalarini ziyarete gitmisti. Bu vesile ile, alti yil
kadar once Medine'de olen esinin kabrini de ziyaret etmis olacakti.
Bir ay suren bir misafirlikten sonra Mekke'ye donerken henuz
Medine'den pek fazla uzaklasmadan Ebva denilen koyde Amine aniden
rahatsizlandi ve vefat etti; oraya da defnedildi. Artik hem yetim,
hem de oksuz kalan cocugu bu yolculukta kendilerine refakat eden
dadi Ummu Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdulmuttalib'e teslim etti.
Yasli dede, kalben buyuk bir muhabbet besledigi bu yavruyu sevgi ve
rahmetle iki yil bagrina basti. Abdulmuttalib'in temsil ettigi
Hasimogullarinin Mekke'deki itibari ile Abdulmuttalib'in sahsi
ozellik, kabiliyet ve ahlaki faziletleri ve ozellikle bir zamanlar
yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar
bulup cikarmis olmasi, onun Mekke'de kendisine son derece saygi
duyulan, sozune itibar ve itaat edilen bir reis haline gelmesini
saglamisti. Abdulmuttalib, Kabe duvarina bitisik olarak sirf
kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi huviyetini
tasiyan Daru'n-Nedve'de Mekke halkinin cesitli problemlerini dinler
ve cozum yollari arardi. Dedesi Abdulmuttalib'in yanindan hic
ayrilmayan kucuk Muhammed, Daru'n-Nedve'de yapilan idareye ve
cesitli problemlere ait muzakerelerde de dedesinin yaninda bulunuyor
ve daha o yaslarindan itibaren zulmun hakim oldugu Mekke toplumunda
ortaya cikan problemleri, insanlarin dini, idari, iktisadi, ilmi,
ictimai yonlerden nasil bir batakligin icinde bulunduklarini
yakindan gorup idrak ediyordu. Hz. Peygamber sekiz yasina geldigi
zaman Abdulmuttalib seksen iki yasina erismisti ve yasli bunye,
ugradigi hastaliklara tahammul edemeyerek bu dunyadan ayrildi.
Abdulmuttalib vefatindan once sevgili torununu ogullari arasinda,
Hz. Muhammed'in babasi Abdullah'la ana-baba bir kardes olan Ebu
Talib'e teslim etmisti. Artik Hz. Muhammed sekiz yasindan yirmibes
yasina kadar amcasi Ebu Talib'in yaninda kalmistir. Gelecekte
peygamber olacagi hakkinda ne kendisinin ne de cevresinin kesin bir
bilgisi olmadigindan, tabiidir ki Hz. Peygamber'in bu devrelerdeki
hayati hakkinda fazla bilgimiz yoktur. Ancak sadece Hz. Peygamber'i
degil, ayni zamanda diger Mekkelileri de ilgilendiren bazi olaylarda
Hz. Peygamber'in aldigi yer ve oynadigi rol, kaynaklarimizda tespit
edilmistir. Bu devreye ait mevcut bilgiler arasinda suphesiz onemli
olanlarindan birisi, Hz. Peygamber'in Rahib Bahira ile karsilasmasi
meselesidir. Hz. Peygamber on iki yaslarinda iken amcasi Ebu Talib
ile birlikte Sam'a dogru yol alan ticari bir kervana katilmis ve
kafile Sam yakinlarinda Busra adli bir mevkide mola verdigi zaman
buradaki manastirda bulunan Bahira adli rahib, Islam kaynaklarina
gore Hz. Peygamber'deki ozelliklere bakarak O'nun ileride cikmasi
beklenilen son peygamber olabilecegi kanaatine varmisti.
Mustesrikler bu olayi kendi yanli bakis acilari ile ele alarak
Islam'in dogusunda Hristiyan ruhiyatinin etkileri oldugunu, Rahib
Bahira'nin dini telkinlerinin tesirinde kalan Hz. Muhammed'in bu
dini suuru gelistirerek ileride Islam'i ortaya attigini iddia
ederlerse de, Islamiyet'in temelini olusturan tevhid akidesi ile
Hristiyanligin temeli olan teslis * inancinin asla bagdasamaz bir
karakterde olusu, Islam'in Hristiyanlik'da mevcut teslis dusuncesini
sirk olarak kabul etmesi, bu iddianin ne derece asilsiz ve gulunc
oldugunun en acik delillerindendir (genis bilgi icin bkz. Bahira
maddesi). Hz. Peygamber, bu ilk seferin ardindan daha sonraki
yillarda diger amcalari ile birlikte Mekke. disina yapilan bazi
ticari seferlere katilmis, muhtelif bolgelerde yasayan insanlarin
farklilik arzeden dinleri, orf ve adetleri, hal ve vaziyetleri
hakkinda bilgi sahibi olmustur. Peygamber Efendimizin daha sonralari
Islam'i teblig ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabii
olduguna gore cereyan eden bu olaylari da O'nun peygamberlige ilmen
hazirlanmasi olarak degerlendirmek gerekir. Cenab-i Hakk'in kontrol
ve murakabesi, mustakbel peygamberi ruhen de davete hazirliyor ve
cahiliye doneminin her turlu sirk ve sapikligindan, kotuluk ve
ahlaksizligindan uzak tutuyordu. Mekkelilerin dini bir ayini ve
bayrami olan Buvane'ye cocukluk yillarinda amca ve halalarinin
zorlamalari ile goturulen Hz. Muhammed, adet uzere diger
akrabalarinin yaptigi sekilde burada hazir bulundurulan bir puta
tapmak iciri siraya girdiginde, henuz kendisine sira gelmeden ilahi
bir ikaz ile puta tapmaktan alikonulmus ve olayin hasyeti icerisinde
Hz. Peygamber kisa bir bayginlik gecirmisti. Bu olaydan sonra artik
akrabalari O'na putlara tapmak icin her hangi bir israrda
bulunmadilar. Tabiidir ki Peygamber Efendimiz cocukluk yillarindan
itibaren hayati boyunca asla hic bir puta tapmadigi gibi, onlar
adina kurban kesmemis, putlar adina kesilen hayvanlarin etini
yememis, onlar adina yemin etmemis, hatta onlarin adini dahi agzina
almaktan hoslanmadigini belirtmisti. Gecim
intisi
ceken amcasi Ebu Talib'e yardimci olmak icin genclik yillarinda
Mekkelilere ucretle cobanlik yapan Hz. Muhammed, cobanligi sirasinda
Mekke'nin dagdagali, debdebeli, sirkin hakim oldugu havasindan
uzaklasarak tabiatla karsi karsiya gelmis, bu anlarda muhakeme ve
idrak gucu geliserek herseyin yaraticisi olan Cenab-i Allah'in
varligi ve birligini, O'na esler kosmanin sapiklik oldugunu iyice
kavramis, karsilastigi bir takim
inti
ve mesakkatler O'nu ruhen olgunlastirmisti. Cobanlik yaptigi
gunlerden birisinde surusunu bir coban arkadasina emanet ederek
Mekke'de tertiplenen gece eglencelerini seyretmek icin kirdan sehire
inen Hz. Peygamber, eglence yerine gelip oturur oturmaz Cenab-i
Hakk'in kendisine verdigi bir uyku ile, ickilerin icildigi,
oyunlarin oynandigi, ahlaksizliklarin yapildigi bu isret alemini
seyretmekten dahi alikonulmustu. Bir baska sefer yine boyle bir
eglenceyi seyretme arzusu ayni sekilde engellenmis; artik bir daha
da Hz. Peygamber boyle bir seye tesebbus etmemis, istek de
duymamisti. Hz. Peygamber yirmi yaslarinda iken Mekkeliler ile
Hevazin kabilesi arasinda Ficar Harbi vuku buldu. Aslinda
savasabilecek bir yasta ve gucte olmasina ragmen Hz. Peygamber bu
harpte sadece savas alaninin gerisine dusen oklari toplayip
amcalarina vermekle yetinmisti. Boylece genellikle cephe gerisinde
bulunmasina ragmen bu olayin O'nda harp taktik ve teknikleri, sevk
ve komuta gibi konularda tecrubeler olusturdugu bir gercektir.
Peygamberliginden sonra dahi hatirladigi zaman bir uye olarak
katilmaktan seref ve iftihar duydugunu acikca belirttigi
Hilfu'l-Fudul ise hemen bu savastan sonra gerceklesmisti. Bu vesile
ile Hz. Peygamber, cemiyet meselelerini yakinen tanimis, cahiliye
toplumunda guclunun gucsuzu nasil ezdigini, guc ve kuvvet karsisinda
zalimlerin nasil eriyip titredigini ornekleriyle gormustu. Yirmibes
yasinda bizzat kendisinin idare ettigi bir ticaret kervani Hz.
Muhammed'i Hz. Hatice ile karsilastirdi ve aralarinda gerceklesen
evlilik, Hz. Muhammed'in amcasi Ebu Talib'in yanindan ayrilip yeni
bir aile yuvasi kurmasini sagladi. Hz. Peygamber'in bu evlilik
dolayisiyla Hz. Hatice'den alti cocugu olmustu. Bunlardan dordu kiz
olup Zeyneb, Rukiyye, Ummu Kulsum ve Fatima adlarini almislardi.
Bunlarin dordu de babalarinin peygamberligine erismisler ve O'na
iman ederek hicret etmislerdir. Ogullari ise Kasim ve Abdullah adini
tasiyordu. Hz. Peygamber'in ilk oglunun adi Kasim oldugu icin
kendisine Ebu'l-Kasim kunyesi verilmisti. Bazi kaynaklar bunlardan
baska Hz. Peygamber'in Tayyib ve Tahir adinda iki oglu daha oldugunu
zikrederken, diger bazi kaynaklar bu son iki ismin Abdullah'in
lakabi oldugunu belirtmislerdir. Hicretten sonra dogan oglu Ibrahim
ise Misirli cariye Mariye'dendir. Hz. Peygamber'in butun erkek
cocuklari henuz kucuk yaslarda vefat etmislerdi. Hz. Hatice ile
evliliginden sonra Peygamber Efendimiz ailenin gecimini ticaret
yoluyla saglamaya calismis, bazan ortaklik yoluyla, bazan mustakil
olarak ticaret yapmisti Hz. Muhammed, bu ticari muamelelerindeki
durustlugu, dogru sozlulugu, ahde vefasi, adil ve alicenab
davranislari, herkes hakkinda iyimser davranip elinden gelen iyilik
ve yardimi yapmasi, yoksulun, muhtacin elinden tutmasi, yakinlarina
ve akrabalarina karsi gosterdigi ilgi, ahlaki olgunluk ve ruhi
ustunlukleri ile derhal temayuz etmis, cevrede herkesin guvenip
itibar ettigi, sayip sevdigi bir kisi haline gelmisti. Bu sebeple
Mekkeliler kendisine "el-Emin = guvenilir kisi" lakabini
vermislerdi. Hz. Peygamber'in otuz bes yasinda iken meydana gelen
Kabe tamiri olayi ve bu olay sirasinda el-Haceru'l-Esved'in* yerine
konmasi meselesinde Mekke sulaleleri arasinda cikan ve kanli bir
catismaya donusme temayulu gosteren anlasmazligi herkesi memnun
edecek bir tarzda ve adil bir sekilde cozmesi, O'na duyulan guveni
daha da artirmisti. Allah'in mukaddes evi Kabe'nin tamiri
dolayisiyla herkeste oldugu gibi Hz. Muhammed'de de dini duygu ve
heyecanlar suphesiz harekete gecmistir. Bu sebeple O'nda bu
yillardan itibaren Rabbi ile basbasa kalma arzusu gorulur. Bir de
buna toplum icinde islenen haksizliklar, zulumler, ahlaksizliklar,
din adina icra edilen sapiklik ve akilsizliklar eklenecek olursa,
Hz. Muhammed'in boylesi cahili bir toplumdan kendisini uzak tutarak
yalniz, sessiz, sakin bir magarada bir sure uzlete cekilmesinin
sebebi daha iyi anlasilir. Artik otuz bes yasindan itibaren Hz.
Peygamber, belli zamanlarda ozellikle Ramazan ayi boyunca Mekke'den
uzaklasiyor, uzlet yeri olarak kendisine sectigi Hira dagindaki bir
magarada gunlerini gecirerek Cenab-i Hakk'in varligini, birligini,
kudret ve azametini, O'nun gucu karsisinda mahlukatin aczini ve
zayifligini dusunuyor; Rab Teala'nin insanlara sonsuz nimetlerini,
buna karsi insanoglunun nankorlugunu, onlarin dini, siyasi, ictimai,
ahlaki vs. yonlerden icerisine dustukleri kotu durumlari
hatirliyordu. Iste bu uzlet,gunleri Hz. Peygamber'i ruhi, ahlaki bir
olgunluga goturdugu gibi tefekkur ve istidlal melekelerini
gelistirerek akli ve ilmi bir yucelige de eristirdi.
Peygamberligi ve Mekke donemi
Boylece kendisine verilecek ilahi risalet gorevini ustlenebilecek
bir seviye ve vasata geldigi bir sirada, kirk yasinda iken yine
boyle bir uzlet aninda Hira magarasinda, Cenab-i Hakk'in
peygamberlere vahiy getirmekle gorevli melegi Cebrail (a.s), O'na
ilk vahyi, Alak Suresi'nin ilk bes ayetini getirdi. Artik Allah'in
Rasulu, insanlari hak din olan Islam'a cagirmakla gorevli idi. O, bu
gorevine ailesi halkindan ve hak davaya gonul verebilecek yakin
arkadaslarindan, gercegi kabul edebilecek kabiliyetde olan, fitrati
bozulmamis, dusunme istidadi korelmemis kisilerden basladi. Ilk once
O'nu sevgili esi Hz. Hatice tasdik etti. Erkeklerden Hz. Ebubekir,
cocuklardan Hz. Afi, azadli kolelerden Zeyd b. Harise kendisine ilk
iman eden kimselerdi. Ardindan Hz. Ebubekir'in de araciligiyla Hz.
Osman, Abdurraliman b. Avf, Zubeyr b. el-Avvam, Talha b. Ubeydullah,
Sa'd b. Ebi Vakkas, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Sa'id b. Zeyd, Abdullah
b. Mes'ud gibi sahsiyetler musluman oldular. Hz. Peygamber ilk uc
yil davetini gizli surdurdu. Yalniz bu gizlilik, Islam'in esaslari
ve prensipleri acisindan degildi. Islam, sir perdeleri arkasinda,
gizli sakli, esrarengiz ve gizemli, anlasilmaz bir takim dusunceler
ve doktrinler ihtiva eden bir din degildi. Onun esaslari gayet acik,
net, anlasilir, sade, ari duru olup akil ve mantiga da uygun idi.
Ayni sekilde bu gizlilik, Islam'in sadece belli bir zumreye has bir
grup dini olusundan da degildi. Aksine Islamiyet cihansumul bir din
olup butun bir beseriyetin hidayet ve saadetini hedeflemisti. Ancak
Hz. Peygamber'in ilk uc yil davetini gizli surdurmesi, cevredeki
insanlarin Islam'a karsi takindiklari dusmanca tavirdan, inanc ve
ibadet hurriyeti tanimayacak kadar insafsiz ve bagnaz oluslarindan
kaynaklaniyordu. Musluman olanlarin mallarina ve canlarina bir zarar
gelmemesi, filizlenmekte olan Islam davasina acimasiz bir balta
vurulmamasi acisindan gizli davete gerek duyulmustu. Bu safhada Hz.
Peygamber faaliyetini genellikle davet merkezi edindigi
Daru'l-Erkam'dan yurutmustur. Burasi ilk iman edenlerden el-Erkam b.
Ebi'l-Erkam'in* Kabe karsisinda Safa tepesi yamaclarindaki evi idi.
Ilk muslumanlardan bir cogu Islam'i burada kabul etmisler, Hz.
Peygamber'in egitimine burada mazhar olarak Islam'in essiz
esaslarini ruhlarina ve hayatlarina burada naksetmislerdi. Hz.
Peygamber burada Islam davasina gonul baglayarak mallarini ve
canlarini bu hak dava ugrunda fedadan cekinmeyen sadik, vefali ve
ihlasli bir kadroyu olusturmakla mesguldu. O, biliyordu ki boyle bir
kadro olmaksizin Islam davasinin ortaya cikip yayilmasi mumkun
degildir. Bu bakimdan Hz. Peygamber'in bu devredeki icraati ashabini
birbirine kenetlendirmis ve aralarinda mukemmel bir baglilik
olusturmustu. Iste Hz. Peygamber Islam davasi etrafinda boyle bir
kadro olusturduktan sonra peygamberligin dorduncu yilindan itibaren
Islam'i acik acik teblig etmeye basladi. Kureys musriklerinin
Islam'i engellemek icin basvurduklari cok cesitli careler, Hz.
Peygamber'e ve Islama samimiyetle bagli kadro elemanlarina engel
olamiyordu. Bu arada Mekke musrikleri ozellikle korunmasiz
muslumanlara insaf ve vicdana sigmayan eziyet ve iskencelerde
bulundular. Bu iskenceler karsisinda Hz. Peygamber, isteyen
muslumanlarin Habesistan'a gidebileceklerini belirtip hicret izni
verince, nubuvvetin bes ve altinci yillarinda muslumanlardan birer
grup I. ve II. Habes hicretlerini gerceklestirdiler. Mekkeli
muslumanlarin boylece Mekke haricine Islam'i tasimalari, musriklerin
hinc ve kinini artirmisti. Ama Cenab-i Hakk'in yardim ve inayeti
sebebiyledir ki Islam'a gosterilen bu dusmanliklar bile hak dinin
yayilmasina yardimci oluyordu. Mesela azili musriklerden Ebu
Cehil'in bizzat Hz. Peygamber'e yaptigi sozlu ve fiili bir satasma,
Kureys arasinda sahsiyeti ve kuvvetiyle buyuk bir itibara sahip olan
Hz. Hamza'nin musluman olmasini sagladi. Ardindan Mekke idare
meclisi Daru'n-Nedve'de alinan Hz. Peygamber'i oldurme kararini
uygulamak icin harekete gecen guclu sahsiyet Omer b. el-Hattab, Hz.
Peygamber'i oldurmek uzere O'nu ararken aslinda ayaklari onu
hidayete sevkediyor ve Omer'in gucu Islam saflarina yeni bir heyecan
ve sevk katiyordu. Arka arkaya Hz. Hamza'nin ve Hz. Omer'in musluman
olmalari, Kureys musriklerinin gozunu bir sure yildirmis, artik
mustumanlara dokunamaz olmuslardi. Iste bunu izleyen gunlerde Habes
muhacirlerinden bir kismi Mekke'ye geri dondu. Ancak bu sirada
musrikler yeniden siddete baslayip, cehalet ve bagnazlikla
baglandiklari ata dinlerini, zulme dayali oldugu icin Islam'in
ortadan kaldiracagi sahsi cikar ve menfaatlerini, batil tahakkum ve
zorbaliklarini kurtarabilmek icin akil almaz carelere
basvurmuslardi. Bu turden olmak uzere hem muslumanlar, hem de
muslumanlari koruyan Hasimogullari, peygamberligin yedinci senesi
ile onuncu senesi arasinda tam uc yil devam eden bir boykot ve
muhasaraya maruz kaldilar. Mekkeliler ne muslumanlarla, ne de onlari
koruyan Hasimogullari ile hic bir munasebette bulunmayacaklarina,
her turlu iliskiyi keseceklerine, onlarla hic bir sekilde
alis-veriste bulunmayacaklarina, oturup kalkmayacaklarina, kiz alip
vermeyeceklerine dair bir karar almis, bu karan yazdiklan sahifeyi
Kabe'nin ic duvarina asarak dini bir huviyet de vermislerdi. Bu
karara muhalefet eden, hem vatana, hem de dine ihanet etmis
sayilacak ve en agir sekilde cezalandirilacakti. Mekkeliler
tarafindan uc yil sureyle ve titizlikle uygulanan bu karar, elbette
muslumanlara
intili,
guc gunler yasatmistir. Peygamberligin onuncu yilinda bu karar iptal
edilip boykot ve muhasara kaldirildigi vakit muslumanlar pek ziyade
sevinme imkani bulamadilar. Cunku cok gecmeden Hz. Peygamber iki
buyuk yakinini, amcasi Ebu Talib'i ve esi Hz. Hatice'yi uc gun
arayla ardi ardina kaybetti. Rasulullah'in uiuntusune muslumanlar da
katildilar ve bu seneye Huzun yili* adini verdiler. Ozellikle Ebu
Talib'in vefati, Hz. Peygamber'in Mekke'de Islam'i teblig etmesini
bir hayli guclestirdi. Cunku Ebu Talib'in sagliginda Mekkeliler Ona
hurmet duyduklari icin himayesine aldigi yegenine dokunmuyorlardi.
Simdi bu himaye ortadan kalktigi icin Hz. Peygamber her yerde
satasma ve engellemelerle karsilasiyordu. Boyle bir ortamda Islam'i
teblig etmek adeta imkansiz hale geldiginden Hz. Peygamber, Islam'i
kabullenecek yeni bir kitle aramaya basladi. Bu sebeple de azadli
kolesi Zeyd b. Harise ile birlikte bir gun gizlice Taif'e gitti.
Ancak dolayli akrabalarindan olan reislerinden gordugu alayli ve
acimasiz muamele Hz. Muhammed'in derhal Mekke'ye geri donmesini
gerekli kildi. Hz. Peygamber sehirden gizlice cikmisti. Sayet bu
durum Mekkelilerce ogrenilmisse onun gidisi ulke disina kacma olarak
degerlendirilebilir ve kendisi siyasi suclu sayilabilirdi. Bu
dusuncelerle Hz. Peygamber sehre ancak bir eman ve himaye altinda
girmek gerektigine kanaat getirerek musriklerin ileri gelenlerinden
Mut'im b. Adi'nin himayesini sagladi ve onun korumasi altinda sehre
girdi. Yillar boyu Mekkelilerin Islam'a karsi gosterdigi kin;
dusmanlik ve engellemeler, uc yil sureyle devam eden ve insafsizca
uygulanan toplumdan dislanma ve muhasara olayi, ardindan Ebu
Talib'in ve Hz. Hatice'nin vefatlari dolayisiyla Hz. Peygamber'in
himayesiz kalmasi ve Mekkelilerin satasmalarina maruz kalmasi, bunu
takiben de Taif halkinin horlayici tavn, her ne kadar Allah
Rasulunun umit ve azmini kiramamis, davet sevk ve istiyakini
azaltamamis ise de, suphesiz bir beser olarak O'nu uzmus ve rencide
etmisti. Iste boyle bir durumda Hz. Peygamber'i sevindirecek ve
Kur'an'dan sonra en buyuk mucizelerinden biri olan bir mucize
meydana geldi. Cenab-i Hak, Rasulunu teselli etmek, bunca gordugu
dusmanliklara ragmen gosterdigi sabir ve sebat dolayisiyla O'nu
taltif edip lutuf ve ikramda bulunmak uzere katina cagirdi ve Hz.
Peygamber'in Isra ve Mirac mucizesi gerceklesti. Bir gece vakti Hz.
Peygamber, bir an ifade edilebilecek cok kisa bir zaman dilimi
icinde once Mekke'den Kudus'e gitti. Oradan da goklere yukselerek
Rabbinin huzuruna cikti; dunya otesi alemi, Cennet ve Cehennem'i
musahede etti. Boylece ruhen takviye gormus, Rabbi tarafindan
mukafaatlandirilmis olarak tekrar ayni anda Mekke'ye dondu. Bu
olaydan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) Islami tebligine yine devam
ediyordu. Fakat Islam'in kitlesi olacak zumreyi arayisi genellikle
Mekke'ye dis kabilelerden hac, umre veya ticaret gibi maksatlarla
gelen yabancilar arasinda oluyordu. Onceleri bu tesebbusu bazen
olayli, bazen sert, nazik, veya mutereddit, ama hep menfi bir
tavirla karsilaniyordu. Ancak nubuvvetin onbirinci senesinde
Medine'nin Hazrec kabilesinden alti kisi Akabe adi verilen yerde Hz.
Peygamber'le karsilasip kisa bir gorusmeden sonra O'na iman ettiler.
Bu alti Medineli, sehirlerine donuste Hazrec ve Evs kabileleri
arasinda Islam'i yaydilar. Ertesi senenin hac mevsiminde ikisi
Evsli, onu Hazrecli oniki kisilik bir heyet yine Akabe'de Hz.
Peygamber'le bulusup O'na bey'at ettiler. I. Akabe bey'ati olarak
tarihlere gecen bu gorusmenin akabinde Hz. Peygamber, Islam
kadrosunun ilk elemanlarindan Mus'ab b. Umeyr'i davetci olarak
Medine'ye gonderiyordu. Mus'ab'in Medine'de bir yil sureyle yaptigi
faaliyet oylesine verimli olmustu ki Islam'in bahsedilmedigi ve
girmedigi bir ev hemen hemen kalmamisti ve Medineliler, Allah
Rasulunu sehirlerine buyur edip O'nu koruma konusunda her tehlikeyi
goze alacak bir kivama erismislerdi. Peygamberligin onucuncu yilinda
Medine'den gelen daha kalabalik bir heyet Akabe'de Hz. Peygamber'le
bir gece vakti gizlice bulusup II. Akabe Bey'ati'ni gerceklestiriyor
ve sehirlerine goc ettigi takdirde Hz. Peygaber'i ve Mekkeli
muslumanlari mallari ve canlarini koruduklari gibi koruyacaklarina
and iciyorlardi. Iste bu and ve karsilikli soz vermelere Islam
tarihinde "Akabe bey'atlari * " adi verilmistir.
Hicret ve Islam devleti
Mekkeliler bu gorusmeleri haber aldiklari zaman baslatilan yeni
baskilar, muslumanlara hicret kapilarini acti. Hz. Peygamber'in izni
ile Ashab-i kiram gruplar halinde ve cogunlukla gizlice sehri
terkedip Medine yolunu tuttular. Artik sehirde Hz. Peygamber ve
ailesi, Hz. Ali, Hz. Ebubekir ve ailesi ile hicrete imkan bulamamis
olanlarla yakinlari veya akrabalari tarafindan hicretleri
engellenmis kimseler kalmisti. Muslumanlarin Medine'de toplanarak
zinde bir guc olusturmalari, Mekkelileri urkuten ve korkutan bir
husus olmustu. Bu gunlerde
olaganustu toplantilar yapan musrikler, gizli bir celsede,
karsilasilan bu zor problemi cozme yollarini aradilar. Yegane
kurtulus yolu olarak Hz. Muhammed'in oldurulmesi goruldu.
Kararlastirilan komplonun icrasi icin hazirliklar yapilirken Cebrail
(a.s) vasitasiyla durumdan haberdar olan Hz. Peygamber de hicret
icin hazirliga koyuldu ve hicrette kendisine yol arkadasligi yapacak
Hz. Ebubekir'le onceden hazirladigi plan geregince geceleyin
Mekke'yi terketti. Uzun ve zaman zaman tehlikeli gecen yorucu bir
yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi gunu Medine'nin banliyosu
Kuba koyune geldigi zaman Ensar ve Muhacirun'un O'nu karsilamasi son
derece heyecanli ve icten olmustu. Hz. Peygamber bu koy halkinin
ricasi uzerine burada bes gun istirahat etti ve bu kisa istirahati
sirasinda bilfiil kendisi de calisarak bir mescid insa ettirdi.
Kuba'ya gelisinin besinci gunu sabahleyin buradan ayrilarak Medine
sehrine yoneldi. Gunlerden cuma idi. Ogle vakti Ranuna adli mevkiye
gelindigi vakit Hz. Peygamber burada durdu; ilk cuma hutbesini irad
etti ve ardindan ilk cuma namazini kildirdi. Sonra yoluna devam
etti. Sehirde bir bayram havasi vardi. Buyuk kucuk herkes yollara
dokulmus, coskun bir tezahurat, sevgi ve saygiyla Hz. peygamber'i
karsiliyor, sehirlerine ve evlerine buyur ediyordu. Hz. Peygamber
hic kimsenin davetini reddetmis olmamak ve hic kimseyi kirmamak icin
uygun bir care buldu ve uzerinde hicret ettigi devesi Kasva kendi
haline birakildi; devenin coktugu yere en yakin evde Hz. Peygamber
misafir olacakti. Deve, sehrin orta tarafinda iki yetim cocuga ait
bos bir arsada coktu ve Hz. Peygamber kendisine ait hane-i
saadetleri insa edilinceye kadar buraya evi en yakin olan Ebu Eyyub
Halid b. Zeyd el-Ensari Hazretlerinin evinde misafir kaldi. Boylece
Hz. Peygamber'in hayatinda ve davet faaliyetinde yeni bir donem,
Medine donemi baslamis oluyordu. Medine'de Hz. Peygamber, Islam'a
kucak acmis buyuk bir kitleye kavusmustu; Islam'in bagimsizligi ve
hakimiyetini ilan edecegi bir vatana da sahipti. Artik yapilacak
sey, bu vatan sathinda Islam cemaatini teskilatlandirmak, insanlarin
birbirleri ile olan munasebetlerini hak olculeri icerisinde
duzenlemek ve hakkin hakimiyetini saglayarak etrafa yaymakti. Bunun
icin de bir devlete ihtiyac vardi. Peygamber Efendimiz bu ihtiyaci
gayet iyi bildiginden, artik Medine'ye hicretin ilk gunlerinden
itibaren O'nun davet merhaleleri arasinda "devletlesme diye
adlandirdigimiz safhayi gerceklestirmek uzere caba sarfetti. Kurulus
gunlerini yasayan Islam devleti'nin idare merkesi, htikumet binasi,
harp karargahi vs. gibi cok onemli hizmetler verecek olan Mescid'i
insa etti. Mescide biti
olarak bina edilen suffa, Islam cemaatinin butun Islami meselelerde
egitildigi ve gerekli bilgilerin ogretildigi onemli bir
egitim-ogretim muessesesi oldu. Bu siralarda okunmaya baslanan ezan,
sadece namaz vaktinin geldigini bildiren bir ilan degil, ayni
zamanda Islam hakimiyetini aleme haykiran bir sembol ve siar idi.
Komsu devletlerle munasebetlerin tanzimi icin henuz hicri birinci
senede ilk sinir tespiti gerceklestirilmis ve bu sinirlar
icerisindeki muslumanlarin gucunu belirleme acisindan Hz.
Peygamber'in emri uzerine nufus sayimi yapilmisti. Ensar'dan bir
kisi ile muhacirun'dan bir kisinin bir araya getirilerek Islam
toplulugunun ikiser ikiser kardeslestirilmesi ameliyesi demek olan
muahat *, baska bir cok faydalari yanisira Islam devleti'nin asil
unsurunu olusturan muslumanlar arasinda tam bir kaynasma ve
dayanisma sagliyordu. Yine ayni senede hazirlanan anayasa,
muslumanlari oldugu kadar Medine'de bulunan musrikleri ve Yahudileri
de kapsamina alarak Hz. Peygamber'in devlet baskanligini bu gayri
muslim azinliklara da kabul ettiriyor ve ayni ulkede yasayan
vatandaslar olarak bu insanlar Islam'in hakimiyet ve korumasi altina
alinarak devlet acisindan guvenligin saglanmasi hedefleniyordu.
| |